Çocuk gelin; fiziksel, fizyolojik ve psikolojik açılardan evlilik ve çocuk doğurma sorumluluğu taşımaya hazır olmadan evlendirilen kız çocuklarına verilen addır.

Erken evlilik ise; sadece kız çocuklarında değil, erkek çocuklarında da görülen bir durum olmakla birlikte daha çok kız çocuklarında rastlanmaktadır.

Siirtin Pervari ilçesinde yaşayan Kader, henüz daha 12 yaşında iken görücü usulü ile evlendirildi. Daha kendisi çocukken, akranları oyuncak bebek ile oynarken Kader, 13 yaşında ilk çocuğunu kucağına aldı. Yaklaşık bir yıl sonra ikinci çocuğuna hamile iken resmi nikâhsız eşi vatani görevini yapmak üzere Edirne’nin Keşan ilçesindeki birliğine teslim oldu. Bir yaşındaki çocuğu ve karnındaki 7 aylık bebeğiyle askerdeki eşinin yolunu gözleyen Kader, 14 yaşında ikinci çocuğuna 7 aylık hamileyken erken doğum yaptı. Çocuk, ölü doğmuştu. Evladını kaybetmenin üzüntüsünü yaşayan genç kadın, çocuğunun ölümünden 2 ay sonra kendisi de 14 yaşında bir çocukken odasında silahla vurulmuş halde ölü bulundu. Kader’in yapılan otopside karnında 14 saçma tanesi bulunduğu tespit edildi.[1]

Kader’in ölümü, çocukların küçük yaşta evlendirilerek istismar edilmeleri tartışmalarını yeniden gündeme getirdi. Günlerce basını ve sosyal medyayı meşgul etti.

Kader’in ölümü, çocuk evliliklerinin birçok ülkenin olduğu gibi Türkiye’nin de önemli bir sorunu olduğunu gözler önüne serdi.

Ülkemizde her yıl Kader ile aynı kaderi paylaşan çok sayıda kız çocuğu, henüz ufacıkken, daha kendileri çocukken evlendirilmekte, omuzlarına yüklenen bu yaşta taşıyamayacakları kadar ağır sorumluluklarla yaşamaya mahkûm edilmektedirler.

Türkiye’de çocuk evlilikleri %30 ile %35 arasında değişmektedir. Bu husus bölgelere, yerel sosyal kültürel ve eğitim durumlarına göre farklılıklar göstermektedir. Küçük yaşta evlendirilen kız çocuklarının ruhsal ve bedensel gelişimleri olumsuz etkilenmektedir. Çocukluklarını yaşama hakları ellerinden alınan bu çocukların yaşamlarının ileriki dönemlerinde de olumsuzluklar görülmektedir. Kız çocukları erkek çocuklarına nazaran çok daha erken yaşta evlendirildiği için bu durum kız çocukları açısından daha ciddi sorunlar yaratmaktadır.

Çocukluk döneminde yapılan evlilikler de bir çeşit cinsel istismar olarak kabul edilmelidir. Bu evlilikler “erken evlilikler”, “çocuk gelinler” ya da “çocuk evlilikler” gibi farklı deyimlerle ifade edilmektedir. Ruhsal ve fiziksel gelişimini tamamlamadan yapılan bu evliliklerin büyük çoğunluğu çocuğun bilinçli rızası dışında yapılması dolayısıyla “zorla yapılan evlilikler” olarak da tanımlanmaktadır. Keza; zaten bu yaşlarda evlilik konusunda gösterilen bir rızanın bilinçli bir rıza olduğu kabul edilemez.

Erken evlilikler, ekonomik yetersizlikler, eğitim eksikliği, geleneksellik ve dini inanışlar, savaşlar, felaketler, aile içi şiddet ve toplumsal baskı gibi çeşitli sebeplerle ortaya çıkmaktadır. Çocukların erken yaşta evlendirilmelerinin çeşitli sebepleri olmakla birlikte bunlar arasında en öne çıkanları toplumun sosyal yapısı ile ilişkili nedenlerdir. Öğrenim durumu düşük ailelerin çocuklarının da çoğu durumda benzer bir öğrenim durumuna sahip oldukları ve erken yaşta evliliklerin daha sık yaşandığı gözlenmektedir.[2]

Bazı ailelerde kız çocukları ekonomik bir yük olarak görülmektedir. Kimi zaman sofradan bir tabağın eksilmesi fikri dahi aileler için küçük yaşta evlilikleri teşvik edici bir unsur olabilmektedir. Ayrıca kızlar evlendirilirken başlık parası adı altında kendilerine biçilen değer karşılığında ailelerine kazanç sağlamaktadırlar. Hem üzerlerindeki ekonomik yükü hafifletmek hem de başlık parası yoluyla aileye gelir getirmek için aileler kızlarını çocuk yaşta evlendirmektedirler. Ekonomik nedenlerle erken yaşta evlenen kız çocuk; bir meta gibi alınıp satılmakta ve gelin olarak geldiği aile içinde de hiçbir zaman söz hakkı olmamaktadır. Ona verilen görevleri yapmakta ve duruma boyun eğmektedir. Bu durum çocuğun ticari sömürüsü olarak kabul edilmektedir. Çocuk yaş grubunda ticari olarak evlendirilme, cinsel sömürü, baskı ve şiddeti de beraberinde getirebilmektedir.[3]

Ailenin içinde bulunduğu geçim sıkıntısı, kızlarını ekonomik durumu iyi olan ailelere gelin olarak vermelerine neden olmaktadır. Bu durum bazen aileler arasında rekabet yaşanmasına dahi yol açabilmektedir. Kimi zaman da kızlar daha rahat bir hayat ve zengin eş hayaliyle bu evlilikleri istemektedirler. Kendi ailesi ile yaşarken çektiği maddi sıkıntılardan ve çocuk yaşta katlanmak zorunda bırakıldığı iş yükünden kurtulacağını hayal eden kızlar evliliği bir çıkış yolu olarak görmektedirler.[4]

Gelenek ve göreneklerin yanı sıra, dini inanışlar da erken yaşta evlenmeyi hızlandırabilmektedir. Geleneksel aile, kız çocuğunu, kendilerine belirli bir zaman için emanet edilmiş bir varlık olarak görmekte ve kızının asıl evinin eşinin yanında olduğunu düşünmektedir. Geleneksel yaklaşım içinde erkek çocuklarının belirli bir düzeyde eğitim görüp, askerlik yaptıktan ve bir iş sahibi olduktan sonra evlenmeleri yönündedir. Bu durum erkeklerin nispeten ileriki yaşlarda evlenmelerine sebep olmaktadır. Toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin yaratmış olduğu ayrımcılık sonucunda özellikle kız çocuklarının gözü açılmadan evlendirilmesinin gerektiği düşünülmektedir.[5]

Ayrıca bazı ailelerce küçük yaşta yapılan evlilikle kocaya boyun eğmenin ve yeni yuvaya uyumun daha kolay sağlanacağına inanılmaktadır. Erkek aileleri de kendilerine uyumu daha kolay olsun diye mümkün olduğunca küçük yaşta gelin almak istemektedirler.

Yine bazı aileler kız çocuklarının bir an önce bir erkeğin himayesine sokulmasıyla, gelebilecek cinsel taciz ve şiddetten korunabileceğine inanmaktadırlar.

Aile içi şiddet, geçimsizlik, baskı, çocuk sevgisinin yokluğu, küçük yaşlarda anne veya babadan birinin kaybedilmesi, üvey anne veya babaya sahip olunması çocuklarda evlenme sonucunda bu durumdan kurtulacağı inancını geliştirebilmekte ve erken yaşta evliliklere yol açmaktadır. Zorunlu göç sebebiyle insanların yaşadığı ekonomik ve kültürel değişim erken yaşta evlilikleri arttıran etmenler arasındadır.[6]

Uluslar arası sözleşmelerde daha erken yaşta reşit olma durumu hariç, 18 yaş altında yapılan evlilikler “çocuk evliliği” olarak tanımlanmaktadır. UNICEF Erken/ Çocuk Evliliklerini fiziksel, fizyolojik ve psikolojik anlamda sorumlulukların gelişmesinden önce gerçekleştirilen tüm evlilikler olarak tanımlamaktadır. Yaygın olarak kız çocuklarının kendilerinden büyük erkeklerle zorla evliliği söz konusu olduğundan “çocuk gelin” tanımlaması yapılmıştır. Ancak bir çok erkek çocuk da 18 yaş altında evlenmek zorunda kalmaktadır. Bu evliliklerin çoğu yasal evlilikler değildir. Hemen tamamı ilk önce dini nikâh aracılığı ile gerçekleşmekte ve sonra bazıları resmileştirilmektedir. Ayrıca ev içi şiddet, cinsel istismar, aşırı baskı, ekonomik zorluklar ve çocuğun kişisel patolojileri nedeni ile 18 yaş altında kendi isteği ile evlenen çocuk ve gençler vardır. “Kendi istekleri” adı altında olmakla birlikte bu grup da erken evliliğin getireceği sosyal ve psikolojik sorunları benzer şekilde yaşamaktadır.[7]

Ataerkil ve geleneksel toplum yapısının hâkim olduğu birçok toplumda olduğu gibi Türkiye’de de erken yaşta ve zorla evlilik sorunu hala yaygın biçimde devamlılığını sürdürmektedir. Böyle toplumlarda erken yaşta evlilik, bir toplumsal sorun olarak değil bir gereklilik ve zorunluluk olarak kabul görmektedir. Bu da geleneğe dönüştürülen erken yaşta evliliklerin farklı gerekçelerle devamlılığını sağlayan itici bir güce dönüşmektedir. Erken yaşta evliliklerin temelinde sosyo-ekonomik, kültürel özellikler, gelenekler, görenekler, inançlar, eğitim ve savaşlar bulunmaktadır. Erken yaşta evliliğin yeniden üretilmesini sağlayan en önemli mekanizmalardan biri de ataerkil sistem içinde kadınlara biçilen ve öğretilen toplumsal cinsiyet rolleridir. Toplumda hâkim olan kadına yönelik cinsiyetçi bakış açısı, erken yaşta evliliklere çoğunlukla kız çocuklarının maruz kalmasına neden olabilmekte ve bu durum kadınların toplumdaki eşitsiz konumlarını daha da pekiştirmektedir. Erken yaşta ve zorla yapılan evlilikler yalnızca bireyi olumsuz etkilemekle kalmayıp doğrudan toplumu etkileyen önemli bir toplumsal soruna dönüşmektedir.[8]

Bir insanın çocukluk dönemini geride bırakıp kendi kendine yaşayabilecek şekilde hayatını sürdürebilmesi, yani erişkin olabilmesi için, fiziksel gelişimini tamamlanmasının yanı sıra yaşayabilmesi için zorunlu olan pek çok bilgi ve beceriyi de edinmesi gerekir.

Toplumumuzda erkekler için erken yaşta evlilik daha az rastlanan bir durumdur. Kız çocuklarının çocuk kabul edilen yaşta, kendilerinden oldukça büyük erkeklerle evlilikleri ise, var olan evliliklerin yaklaşık olarak üçte birini oluşturmaktadır. Erken yaşta evlendirilen kız çocukları kendilerini geliştirme koşul ve olanaklarından yoksun bırakılarak, yerine getirmekte zorlanacakları birçok sorumlulukla karşı karşıya kalmaktadırlar. Kız çocuklarının erken yaşta evlendirilmeleri, yaşamlarının sonraki dönemlerinde de olumsuz etkilerinin sürdüğü, çocuğa yönelik bir cinsel istismarı içermektedir. Bu tür evlilikler, eğitim hakkının engellenmesi gibi, çocuk haklarının ihlaline neden olmaktadır. Çocukları erken yaşta sosyal çevrelerinden kopararak, sosyal beceriler edinmelerine engel olmaktadır. Çocuk yaşta evlenen kız çocuklarının maruz kaldığı aile içi fiziksel ve cinsel şiddetin, erişkin yaştaki evliliklere göre daha yüksek oranda görüldüğü bilinmektedir. Çocuk yaşta evlenme ve anne olma, çeşitli sağlık sorunlarına neden olabilmektedir. Çocuk yaşta evlenen kız çocuklarında, erişkin yaşamda evlenenlere göre, istenmeyen gebelikler daha yüksek oranda görülmekte, erken ve zor doğum riskinin daha yüksek olduğu bildirilmektedir. Çocuk yaşta evlilik bir çocuğun hayatının çalınması, geleceğinin karartılmasıdır.[9]

Aralarında Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin de yer aldığı pek çok uluslararası belgede, 0-18 yaşında olanlar “çocuk” olarak tanımlanmaktadır. Taraf devletler açısından bağlayıcı yasal yaptırımlar içeren söz konusu belgeler; başta devletin ilgili kurumları, hukuk, sağlık ve eğitimden sorumlu meslek grupları ve ebeveynler olmak üzere, çocukların içinde yer aldığı erişkin toplumunun tüm kesimlerini çocuklara karşı sorumluluklarını yerine getirmekle yükümlü kılmaktadır. Doğumdan 18 yaşına kadar gelişimlerinin çeşitli evrelerinde çocukların bakımı, zarardan korunması, çıkarlarının savunulması ve birer erişkin olarak yetiştirilmeleri konusunda çaba gösterilmesi, erişkin toplumunun yasal ve ahlaki sorumluluğudur. Çocukların gelişim evrelerindeki gereksinimlerinin tanınması ve karşılanması, ailelerin, hekimlerin ve toplumun bu gereksinimler doğrultusunda gerekli düzenlemeleri yaparak sorumluluklarını yerine getirmesi, günümüzde bir toplumun çocuklara verdiği değerin en somut göstergesi olarak kabul edilmektedir.[10]

Küçük yaştaki çocukların erken evlendirilmeleri çocukluklarını yaşamalarına, eğitimlerine, fiziksel, sosyal ve kültürel gelişmelerine engel olmaktadır. Akranlarından uzaklaşmalarına, eğitim yaşamlarını yarıda bırakmalarına neden olmakta, sosyal ve toplumsal kimliklerinin, ekonomik özgürlüklerinin gelişmesini önlemekte, kocalarına bağımlı bireyler haline gelmelerini sağlamaktadır. Çocukluklarını yaşayamadan aile, ev, çocuk bakımı gibi sorumluluklar verilmekte, girdikleri yabancı ailelerde bir çeşit hizmetçi olarak kullanılabilmektedirler. Erken yaşlarda evlendirilen bu çocuklar her türlü şiddete, fiziksel, cinsel, duygusal istismara uğrayabilmektedirler. Erken yaşta evlilikler yoksulluğun azaltılması, eğitimin yaygınlaştırılması, cinsiyet eşitliğinin sağlanması, çocuk yaşamlarının korunması ve sağlığın geliştirilmesinde bir engel olarak karşımıza çıkmaktadır. Kız çocuklarının eşlerine daha bağımlı hale gelmesine ve toplumda var olan kadın-erkek arasındaki eşitsizliğin pekişmesine neden olabilmektedir. Evlendirilen çocuklar evde sömürüye, her türlü şiddete, istismara ve yoksulluğa açık hale gelmektedirler.[11]

Öte yandan konuyu bir de henüz evlilik yaşına gelmemiş küçük yaştaki kız çocukları ile gayrı resmi olarak evlendikleri için TCK’nın 103/2 maddesi gereğince ceza alıp, cezaları kesinleştiğinden dolayı hükümlü olarak cezaevinde yatmakta olan babalar açısından değerlendirmek gerekmektedir. Hatta bunların bir kısmı kızın evlilik yaşına gelmesinden sonra resmi nikâh yapmış olmalarına rağmen cezaevinde bulunmaktadırlar. İşte bu durum erken yaşta evlenen, her hangi bir ekonomik güvencesi olmadığı için kendisinin ve çocuğunun bakım ve iaşesi için eşinin eline bakan annenin ikinci bir mağduriyetine neden olmaktadır. Gerek anne gerekse çocuğu, baba cezaevinden çıkana kadar tıpkı bir mahkûm gibi işlemedikleri bir suçun cezasını çekmektedirler.

15 Nisan 2020 tarihinde yürürlüğe giren “Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun” içerisinde kısmi af olarak nitelendirebileceğimiz hükümler mevcuttu. Nitekim bu hükümlerin uygulanmasıyla 90 bine yakın hükümlü tahliye edildi. Bu kanundan özellikle toplumda “genç evlilik mağdurları” olarak nitelendirilen ve yasal evlilik yaşından küçük kızlarla evlendikleri için kocaları yüksek cezalar alarak cezaevlerinde bulunan kadınların büyük bir beklentisi vardı. Ancak, mezkûr kanun cinsel suçları kapsam dışına bıraktığı için ve bu kesimin mağduriyetini gidermek için hazırlanan maddenin de taslak metne alınmamasıyla beraber mağdurların beklentisi sonuçsuz kaldı. Kanaatimizce cinsel suçların kapsam dışına bırakılması isabetli iken, yasal evlilik yaşından küçük, gayrı resmi olarak evlenmiş ya da yukarıda açıklanan nedenlerden bir ya da bir kaçından dolayı evlenmek zorunda kalmış, çocuk sahibi olmuş kadın mağdurlara ve çocuklarına yönelik bir düzenlemenin yapılmaması ise isabetsiz olmuştur.[12]

Yargıtayın, 18 yaşından küçük olan mağdurun anne-babasının, mağdurun gayrı resmi olarak evlenmesini kolaylaştırmaları, buna aracılık etmeleri halinde cinsel istismara iştirak eden olarak sorumlu tutulmaları gerektiği yönünde kararları vardır. İştirakin derecesine göre TCK 37, 38, ya da 39. maddeleri gereğince sorumlu olmaları kabul edilmektedir. Ancak sosyal yaşam koşulları, toplumsal bakış açısı ve içinde yaşanılan çevrede geçerli geleneklerin getirdiği mecburiyetten dolayı yaşı küçük olan mağdure ile sanığın birlikte yaşamalarına, gayrı resmi olarak evlenmelerine rıza gösterme zorunluluğu ortaya çıkmış ise bu gibi durumlarda her iki tarafın anne babası olan sanıklar, suç işleme kastıyla hareket etmediklerinden cezai yönden de sorumlulukları yoktur. [13]

Ülkemizin bazı bölgelerinde halen başlık parası usulü ile evlenme geleneği devam etmektedir. Başlık parası evlenirken erkek ailesinin kız ailesine ödediği bir nevi tazminat olarak değerlendirilebilir. Başlık parası istenmesi ve alınması çocuk gelinlerde yoğun olarak görülmektedir.

Türkiye Aile Yapısı Araştırmaları (TAYA) 2006 yılından bu yana beşer yıllık aralıklarla düzenli olarak yapılmakta ve resmî İstatistik Programı kapsamında her beş yılda bir tekrarlanması planlanmaktadır. TAYA saha araştırmalarının ürettiği veriler geniş bir şekilde araştırmaların nihai raporlarına yansıtılmaktadır. Bu kapsamda 2006, 2011 ve 2016 verileri hazırlanmış ve bu veriler kullanılarak 2018 yılı Türkiye Aile Yapısı İleri İstatistik Analizi yapılmıştır.

Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı Aile ve Toplum Hizmetleri Genel Müdürlüğünün 2016 yılı Türkiye aile yapısı araştırması (TAYA 2016) kapsamında, evlilik deneyimi yaşamış kişilere, son evliliklerinde başlık parası verip vermedikleri sorulmuştur. Şimdiye kadar evlilik deneyimi yaşamış tüm bireylerin son evliliklerin %15’inde başlık parası verildiği gözlenmiştir. Bölgeler bazında bakıldığında; başlık parası verilen evliliklerin en yaygın olduğu bölgelerin %43 oranı ile Ortadoğu Anadolu, %39 oranı ile Kuzeydoğu Anadolu olduğu belirlenmiştir. Başlık parasının en az uygulandığı yer %7 ile Ege Bölgesi’dir. Üç büyük il arasında da İzmir, başlık parasının en düşük görüldüğü yerdir. Yaş gruplarına göre başlık parası en yoğun olarak 55 yaş ve üzerinde görülmektedir. 55-64 yaş arasındakilerin %23’ü, 65 yaş üstünün ise %28’i evlenirken başlık parası vermiştir. Daha genç gruplarda başlık parası verenlerin oranı düşmektedir. Başlık parası verenlerin oranı 25-34 yaş grubunda %10, 35-44 yaş grubunda %9’dur.[14]

Ancak çocuk gelinlerde başlık parası uygulaması çok yoğun olarak görülmektedir. Her ne kadar bu uygulamaya başlık parası denmekte ise de esasında başlık parasının ev, araba, at, koyun, arazi gibi maddi değeri olan şeyler olması da mümkündür. Hatta bazen kumar borcunun kapatılması da başlık parası olabilmektedir. Şahsen ben çocuk gelinlerde verilen başlık parasını çocuğun satış ücreti olarak kabul ediyorum.

Bu konuda Sakarya 1.Ağır Ceza Mahkemesinin 2006/302 esas 2008/326 karar sayılı dosyasına konu olan olayı örnek olarak gösterebiliriz.

Bu olayda; S.G. sanık C.G.’nin öz kızı olup suç tarihinde 13 yaşında, Samsun İli Çarşamba İlçesi’nde ailesi ile birlikte ikamet etmekte, diğer sanık S.K. ise sanık C.G’den, borçlarını ödemesi karşısında sanık C.G.’nin kızı olan mağdur S.G.’yi isteyen kişi olup, suç tarihinde 65 yaşında. Her ne kadar sanık C.G. ile sanık S.K., mağdur S.G.’nin ev işlerini yapması maksadıyla evlatlık olarak verildiğini ve bu şekilde aralarında bir evlatlık sözleşmesi yaptıklarını iddia etmişlerse de; C.G.’nin bakım ve gözetimi altındaki kızı olan mağdureyi bu şekilde yasalara aykırı olarak evlatlık verme sözleşmesi ile 65 yaşındaki diğer sanığa evlat olarak vermesi de usul ve yasalara aykırıdır.

Sanık C.G.’in öz kızı olan küçük mağdure S.G.’nin diğer sanık S.K.’ya “…bakmak, beslemek, görüp gözetmek, yemeğini yapmak ve yedirmek eşyalarını yıkamak…” şeklinde hükümler bulunan iki taraflı bir sözleşmeyle evlatlık olarak verilmesi hukuka aykırı olup, keza; tanık olarak dinlenen mağdurenin suç tarihinde 9 yaşında olan küçük kardeşi E.G. de mağdurenin sanık S.K.’ya evlenmek üzere verildiğini, başlık parası karşılığında hizmet de etsin diye satıldığını söylemiştir.

Peki, henüz kendisi çocuk olan 13 yaşındaki bir kız çocuğu, 65 yaşındaki, kendisinden 52 yaş büyük yaşlı bir erkeğe nasıl bakacak? Onun hangi ihtiyaçlarını, nasıl karşılayacaktır?

Olayın devamında neler olmuş? … Küçük mağdure babası C. tarafından sanık S.’nin evine rızası hilafına götürülmüş, mağdure bir fırsatını bularak kaçıp emniyete sığınmış.

Poliste alınan ifadesinden sonra bir daha kendisine ulaşılamayan küçük mağdure S.G. olayı özetle; “… ilköğretim 6. sınıfta okuduğu, öz babası olan Sanık C.G.’nin 25.4.2003 günü seninle Yarıca köyüne gidip geleceğiz demesi üzerine, babası C., 9 yaşındaki kardeşi E. ve kendisi olmak üzere ilçe garajına geldikleri, garajda diğer sanık S.K.’nın da bulunduğu, daha önceden doğum gününe gelerek hediye getiren bu şahsı görünce babasının kendisini kandırdığını ve bu şahsa satacağını anladığı, çünkü babasının daha önceden onu bu şahsa satacağını, şahsın varlıklı olduğunu kendisine söylediği, garajdan kaçmak istediği ancak fırsat bulamadığı, dördünün birlikte Çarşamba otogarından saat 22.30 da otobüse bindikleri ve 26.4.2003 günü sabah saat 07.00’da Sapanca’ya geldikleri, Sapanca’da S.K.’nın evine gittikleri, babası ve sanık S.’nin konuşmasından, babasının ne kadar olduğunu bilmediği borcundan dolayı sanık S.’nin, babasının bu borcunu ödemeyi kabul ettiği ve kendisini de evlenmek üzere bu şahsa vereceğini anladığı, bir fırsatını bularak evden kaçtığı ve oradan bir arabaya binerek Sakarya merkezindeki garajda bulunan polis karakoluna sığındığı…” şeklinde anlatmaktadır.

Yerel mahkeme bu olayda; 765 Sayılı TCK ile 5237 Sayılı TCK’nın ilgili hükümlerinin karşılaştırılmasında; Sanıkların insan ticareti suçu kapsamında değerlendirilen eylemleri 765 Sayılı TCK’nın 201/b-3. maddesi delaletiyle 201/b-1 maddesinde düzenlenmiş olup, sanıklara asgari hadden ceza tayini halinde, maddedeki cezanın asgari haddi 5 yıl hapis cezası olup, 5237 Sayılı TCK’nın 80/3. maddesi delaletiyle 80/1. maddesindeki düzenlemede ise cezanın asgari haddi 8 yıl hapis cezası olarak düzenlendiğinden 765 Sayılı TCK hükümlerinin sanıkların daha lehine olduğuna karar vererek, sanıklar hakkında 765 sayılı TCK hükümlerini uygulamış. Sanıklar hakkında 4471 sayılı kanunla değişik 765 sayılı TCK’nın 201/b-3 maddesi delaleti ile 765 sayılı TCK’nın 201/b-1,59/1 maddelerini uygulayarak neticeten her iki sanığın ayrı ayrı dört yıl iki ay hapis ve 1325 TL. Adli para cezası ile cezalandırılmalarına karar vermiş.

Şayet mağdur sanıklardan kaçamasaydı ve sanıklar istedikleri sonuca ulaşsalardı, bu eylemlerinin mağdurda hayatı boyunca oluşturacağı olumsuz etkiler nazara alındığında verilen cezanın az olduğunu düşünüyoruz. Keza; suçun bu şekilde neticelenen halinin bile, mağdurda oluşturduğu olumsuz etkileri tartışmaya gerek görmüyoruz.

Bu karar Yargıtay 8.CD tarafından onanmıştır. Onama kararı aşağıdaki şekildedir.

  1. CD 16.02.2012 tarih, 2010/13508 esas, 2012/4595 karar

“… Yapılan duruşmaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin tahkikat neticelerine uygun olarak tecelli eden kanaat ve takdirine, tetkik olunan dosya içeriğine göre, Sınıraşan Örgütlü Suçlara Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi ile Sınıraşan Örgütlü Suçlara Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesine Ek İnsan Ticaretinin, Özellikle Kadın ve Çocuk Ticaretinin Önlenmesine, Durdurulmasına ve Cezalandırılmasına İlişkin Protokolün 3. maddesinin (c) bendinde yer alan “Bu maddenin (a) bendinde öngörülen yöntemlerden herhangi birini içermese bile çocuğun istismar amaçlı temini, bir yerden bir yere taşınması, devredilmesi, barındırılması veya teslim alınmasını “insan ticareti” olarak kabul edilecektir” hükmünün 30.01.2003 tarih 4804 sayılı Sınıraşan Örgütlü Suçlara Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesine Ek İnsan Ticaretinin, Özellikle Kadın ve Çocuk Ticaretinin Önlenmesine, Durdurulmasına ve Cezalandırılmasına İlişkin Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun hükümleri gözetilerek olay tarihinde 12 yaşında olan mağdurenin sanık baba C.G. tarafından nüfuzu kötüye kullanılarak çalıştırılmak amacıyla Samsun ili Çarşamba ilçesinden sanık S.K.’nın Sapanca’daki evine nakleden sanıkların yazılı şekilde cezalandırılmalarında isabetsizlik görülmediğinden, sanıklar müdafiilerinin suçun unsurlarının oluşmadığı, delillerin değerlendirilmesinde hata yapıldığına ilişkin yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddiyle hükmün (ONANMASINA), 16.02.2012 gününde oybirliğiyle karar verildi…”

 

[1]      Koyuncu,Turan, Hürriyet Gazetesi, 13.01.2014

[2]    Türkiye’de Aile Yapısı Araştırması, TAYA 2011, Ankara: T.C. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı – Aile ve Toplum Hizmetleri Genel Müdürlüğü

[3]      https://journalagent.com/tpa/pdfs/TPA_48_2_86_93.pdf

[4]       https://journalagent.com/tpa/pdfs/TPA_48_2_86_93.pdf

[5]       https://journalagent.com/tpa/pdfs/TPA_48_2_86_93.pdf

[6]     Türkiye Aile Yapısı Araştırması, TAYA 2011, Ankara, T.C. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı – Aile ve Toplum Hizmetleri Genel Müdürlüğü.

[7]      https://bengisemerci.com/cocukluk-doneminde-yapilan-evliliklerin-yarattigi-psiko-sosyal-sorunlar/

[8]      https://dergipark.org.tr/tr/pub/sosnot/issue/37831/423671

[9]      https://www.ttb.org.tr/995yc8q (Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi)

[10]      https://ttb.org.tr/haber_goster.php?Guid=f216fc3c-f17e-11e7-ab2b-2dd192695673

[11]   Aktepe, Evrim/Atay, inci Meltem, Psikiyatride Güncel Yaklaşımlar-Current Approaches in Psychiatry 2017,  Sayfa 415, 416

[12]       http://sdam.org.tr/haber/255-genc-yasta-evlilik-konusunun-hukuki-sorunlari-ve-cozum-yollari/

[13]      Bakınız “99 Soruda Çocuğun Cinsel İstismarı Suçu” 38.soru cevabı ve devamlarındaki Yargıtay kararları

[14]       Türkiye Aile Yapısı Araştırması, TAYA 2016, Ankara, T.C. Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı – Aile ve Toplum Hizmetleri Genel Müdürlüğü.